SOSYAL DEĞİŞME VE DEĞERLER
“Sosyal değişme”, geniş anlamlar içeren ve “sosyal yapı” ile birlikte sosyolojinin tamamını ifade eden bir kavramdır. Sosyal yapı, toplumda yeri olan bütün kurumlar ve değerler sistemini kapsayan statik bir durumu belirtirken; sosyal değişme, bu kurumlar ve değerler sisteminin gösterdiği dönüşümleri anlatan dinamik bir kavramdır. Sosyal değişme, toplumsallaşma sürecinde edinilen, değer, inanç ve normların dönüşümünü içerir (Doğan,1966 s.4). ”Sosyal değişme; toplumsal ilişkilerde, sosyal kurumlarda sosyal tabakalaşma biçimlerinde yani sosyal yapılarda meydana gelir. Örneğin geniş aile yapısından çekirdek aile yapısına geçiş sosyal değişmeye örnektir. Hiçbir toplum statik, hareketsiz ve durağan değildir” ( Tezcan,1993 s.165 Adnan Altun vd. akt 2017). Sosyal değişme zorunlu ve kaçınılmazdır. Her toplum değişme halindedir. Başka toplumlarla kurulacak sürekli ilişkiler sonucu topluma farklı düşüncelerin girmesi, değişimin hızlanmasına sebep olmaktadır. Değişimin asıl nedenlerinden biri de toplumların zaman geçtikçe kendi biçiminde farklılık ve gelişim göstermesidir. Bu gelişim çeşitli faktörleri de meydana getirmekte, toplumun değer ve yargılarını anlama da bize yol gösterici unsurların görünürlüğünü daha kalıcı hale getirmektedir. Sosyal değişme; tabiî çevrenin farklılaşması gibi dış faktörler ve biyolojik yapıya tesir eden imkânların çoğalması, teknik yeniliklerin artması, kültür yapısının özelliği ve ideolojiler gibi iç faktörler dolayısıyla meydana gelen değişikliklerle izah edilmektedir (Arslantürk-Amman, age, s. 371-376.) Fakat sosyal bilimciler sosyal değişmeleri tek sebebe dayalı basit açıklamalara dayandırmaktan vazgeçmişlerdir. Değişme faktörleri, tek ve yeterli sebeplermiş gibi alınamazlar (Nilgün Çelebi. Ankara 1996, s. 170).
SOSYO-KÜLTÜREL DEĞİŞMENİN GERÇEKLEŞTİĞİ ŞARTLAR ŞÖYLEDİR:
A) Yeni ihtiyaçların ortaya çıkması, genellikle değişmeye yol açan yeni durumlar gerektirirler
B) İhtiyaçlar, değişmeye hazır olma ile yakından bağlantılıdır.
C) Bilgi birikimi de değişme için önemli bir şarttır.
D) Bir kültürde var olan başat değerlerin tipi ve kişilerin bunlara olan genel tutum ve donanımı da önemli bir değişme şartıdır.
E) Sosyo-kültürel yapının karmaşıklık derecesi de değişmenin bir şartıdır.
Değişmeyi mümkün kılan bu şartlar, değişmenin sık olduğu toplumlarda aynı zamanda bulunurlar; birbirlerini tamamlarlar (Fichter, age, s. 173-174).
Sosyal değişmeyle ilgili tanımlar, genelde birbirine benzer ifadeler taşımaktadır. Değişim olgusuyla ilgi kavramlar,süreçler ve değerlendirmeler aslında beş başlık altında toplanabilir. Bunlar; Gelişme(Ekonomik),Çağdaşlaşma(Politik), Değişme(Sosyolojik),Yabancılaşma(Psikolojik) ve Yozlaşma(teolojik)’tir(Güvenç, B; 1976 S.2). Bu beş başlık genel bir nitelik olarak toplumun bir örüntüsünü sunmaktadır. Yaşadığımız, görünür kıldığımız, şeyler aslında onu idrak ettiğimiz ve değişiminde etraflıca bulunduğumuz sosyal yaşamımızın gelişim sağlanarak değişimimizi içinde barındırdığıdır. Horton ve Hunt, değişmeyi “bir toplumun sosyal yapısındaki ve ilişkilerindeki değişme” olarak anlarken; Moore, “normları, değerleri, kültürel ürün ve sembolleri kapsayan sosyal yapının değişmesi ” ‘ olarak tanımlanmıştır. Yine Moore; günümüzdeki değişmelerin bazı ortak özelliklere sahip olduğunu, dolayısıyla çağdaş değişmenin bu niteliklerinin, aşağıda sıralanan başlıklar altında genelleştirilebileceğini belirtir(Moore . “Social Change”. age, s. 2- 3)
A) Ele alınan herhangi bir toplum veya kültürün değişim hızı, sürekli veya yoğun olmaktadır.
B) Değişmeler, geçici olmadığı gibi, alan bakımından yalıtılmış da değildir. Değişmeler, yeniden yapılanma süreçlerini izleyen geçici krizler ve tüm dünyadaki yansımaları dikkate alan sonuçlar olarak, zincirleme bir şekilde oluşur,
C) Bu nedenle, çağdaş değişmeyi ve onun sonuçlarını her yerde görmek mümkündür,
D) Buna bağlı olarak, maddesel teknoloji ve toplumsal stratejiler, hızlı olarak yayılmaktadır
E) Çağdaş değişmenin miktarı, eski zamanlara oranla daha yüksektir
F) Değişmenin normal oluşumu, modern dünya toplumlarının bireysel deneyimleri ve işlevsel görünümlerine daha fazla alanda etki etmektedir.
KLASİK SOSYOLOGLARIN VE DÜŞÜNÜRLERİN DEĞİŞİM KAVRAMI HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ:
Nisbet, “belirli bir zamanda, sosyal ilişkiler, norm, rol, statü veya yapıda, art arda oluşan farklılıkların, sosyal değişmeyi meydana getirdiğini” belirtmiştir. Binlerce yıl öncesinde ünlü filozof Heraklitos,”Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız” ; çünkü ”her şey akar demiştir”. Bir başka sözünde de ”Değişmeyen tek şey değişimdir” diyor. Bundan çıkarttığımız sonuç hiçbir toplum kendisini tümüyle değişimin dışında tutamıyor ve toplumun değişim süreci ise tümüyle durağan değil hep bir hareket içerisinde şekillenerek devam ediyor. Bazı sosyologlar, toplumsal değişmeyi kültürel değişmeden farklı olarak kullanmaktadırlar. Onlara göre kültürel değişme, daha çok normlarda, sembollerde ve değerlerdeki değişmeyi ifade etmektedir. Ancak toplumsal değişme büyük ölçüde kültürel değişmeyi de kapsamaktadır. ”Sosyal değişime, yerleşik insan ilişkileri ve davranış kalıplarındaki farklılaşmadır”(Lundberg, G.A ve ark,1970). Sosyolojik bir kavram olarak sosyal değişmenin referansı mevcut toplumsal yapıdır. Bu husus son derece önemlidir; çünkü, sosyolojinin, değişmeleri olması gerekenden yola çıkarak yorumlayan dinler, ideolojiler ve felsefi sistemlerden ayrıldığı; var olandan, yani toplumsal gerçekten hareketle toplumu açıklamaya çalıştığı için de, ‘objektif’ bir bilim olma hususiyetini kazandığı noktayı işaretlemektedir. Daha açık bir ifadeyle değişmeyi anlayabilmek öncelikle, var olanı olabildiğince objektif olarak ve tüm gerçekliğiyle belirlemeyi gerekli kılar. Değişme olgusunun analizine göz atılacak olursa sosyologlar değişmenin, “tabiî, sürekli, kaçınılmaz ve gerekli” olduğunu; değişme sürecinin farklı toplumlarda bile “benzerlik” arz ettiğini kabul ederler (E.Özkalp 1993, s.267-270). 19. yy ’da yaşayan klasik dönem sosyologları, eski sosyal yapı ile modern sosyal yapının karakteristik özelliklerini ortaya koymak hem de değişimin altında yatan sebepleri açıklayabilmek için büyük uğraş sergilemişlerdir. Comte bunu metafizik dönemden pozitivist döneme geçiş, Marx feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş, Durkheim mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya, Tönnies ise cemaatten cemiyete değişimin var olduğunu ortaya koymuşlardır (Bozkurt,2015 s.30-40). Aslında klasik sosyologları daha geniş çerçeve dahilinde sosyal gelişmeyi nasıl ele aldıklarına bakarsak; A. Comte, toplumu “sosyal statik” ve “sosyal dinamik” kavramlarıyla açıklamıştır. Sosyal statik, toplumsal düzen ve sosyal yapıyı ifade etmektedir. Sosyal dinamik ise toplumsal ilerleme ve sosyal değişmeyi anlatmaktadır. Sosyal değişmeler bağımsız değişkenler olan fikri gelişme ve ilerlemelerin sonucudurlar(Şirin Tekeli, İstanbul 1998. s. 17) . Gerçekten de Batı’da fikri gelişmeye ve ilerlemeye bağlı olarak tarih içinde üç safha birbiri ardınca görülmüştür. Comte, insanlık tarihinin değişmesini ve gelişmesini “sosyal dinamik” olarak açıkladığı “üç hal kanunu” ile izah etmektedir. Tüm sosyal olaylar ve değişmeler teolojik-metafizik-pozitif safhalarla ele alınmaktadır. Batıda bu üç merhale sırasıyla yaşanmıştır. Teolojik dönemde olaylar dini açıdan değerlendirilmekte ve onların arkasındaki güç Tanrı iradesi olarak kabul edilmektedir. Davranışlar ve akıl tamamen hislerin kontrolü altındadır. Metafizik dönemde ise eşyanın tabiatı araştırılmaya başlanmış ve keşif ve icatlar yapılmıştır. Pozitivist dönem, olayların gözlemi ve illiyet bağlarının araştırılmasına yönelik yapıcı bir dönemdir. Kilise baskısı ve bilim hayatı üzerinde estirilen terör dine tepkiyi ve pozitivizmi güçlendirmiştir. Zamanla büyüyen tepki, bilim hayatını sosyal hayattan ve tabiatıyla da dinden tamamen ayrı düşmesine ve bilimin efsaneleştirilmesine kadar uzanmıştır. Sosyolojinin kurucusu sayılan İbni Haldun da değişmeyi hem maddi hem de manevi faktörlerde aramaktadır. Metodolojisinde tarihi metodu kullanmaktadır. Değişmeye gerekirci (determinist) bir açıdan bakmaktadır. Tarihi metot, günümüzden ulaşılabildiği kadarıyla tarihin derinliklerine inilerek bütün olayları sebep-sonuç ilişkisi bakımından incelenmesiyle belirlenen sistemdir. Durkheim, sosyal değişmeye iş bölümü teorisi açısından bakmakta ve değişmeyi sosyal farklılaşmaya bağlamaktadır. İş bölümü karmaşık toplum hayatını doğurmakta ve bu sürecin alt başlığı da modernleşmedir. Uzmanlaşma sosyal farklılaşmayı, o da değer hükümlerini etkilemektedir. Ferdiyetçilik ise resmi ilişkilerin artmasına sebep olmakta ve sonuç olarak şekilciliği’ doğurmaktadır. Böylece toplum genel olarak mekanik dayanışmadan dışa açık çok yönlü ilişkilere dayalı olan organik dayanışmaya geçmektedir(Nurettin Şazi Kösemihal 1989 S.176). Marx bir noktaya kadar Batıdaki gelişmeyi diyalektik ile açıklamaya çalışmıştır. Ona göre toplumsal değişme ilkel toplum-köleci toplum-kapitalistsosyalist-komünist safhalarda doğrusal olarak vuku bulmaktadır. Marx bu nihai noktada medeniyetin akışına son vermiştir. Komünist safhada sosyal mutlak yani sınıfsız toplum gerçekleşmektedir. Marx’a göre değişmenin dinamiği sınıflar arasındaki çatışmadır. İnsan-tabiat çatışması üretim araçlarının mülkiyetini belirler; bu da üretim ilişkilerini etkiler ve sonuçta da sınıf çatışması doğar. Üretim güçleri emek, üretim araçları ve üretim teknikleridir ve toplumun alt yapısını oluştururlar. Üretim ilişkileri ise yani toplumun yapısı, sosyal sınıfların nitelikleri ve dağılımı üst yapıyı oluştururlar. Eğe r dinamik insantabiat çatışması ise bu çatışma devamlı var olacağından sınıfsal yapı da varlığını kuruyacak ve hiç bir zaman sınıfsız topluma ulaşılamayacaktır. Marx’i n öngördüğü değişmeler gerçekleşmemiştir. Nitekim proleterleşme süreci sosyal refah, sosyal adalet, kooperatifleşme, toplu sözleşme düzeni, asgari ücret sistemi gibi daha birçok sosyal siyaset tedbirleriyle önlenmiştir. Ayrıca sınıf çatışması, toplumun her kesimi arasında karşılıklı olarak faydanın artması ve gelişme yönünde bir mücadeleye dönüşmüştür. İkili sınıf yapısından çoğulcu sınıf yapısına geçilmiştir. Çalışanlar demokratik rejim içinde baskı gurupları olarak sistemin savunucuları olmuşlardır. Mülkiyeti olamayan aydınlar veya yöneticiler gibi yeni sınıflar türemiştir( Kösemihal, age, s. 220 vd.). Sosyolojinin kurucusu sayılan İbni Haldun ise değişmeyi hem maddi hem de manevi faktörlerde aramaktadır. Metodolojisinde tarihi metodu kullanmaktadır. Değişmeye gerekirci (determinist) bir açıdan bakmaktadır. Tarihi metot, günümüzden ulaşılabildiği kadarıyla tarihin derinliklerine inilerek bütün olayları sebep-sonuç ilişkisi bakımından incelenmesiyle belirlenen sistemdir. Görüldüğü üzere klasik sosyologların ele aldığı bu değişim konuları ,yapmış olduğu yorumlar sürekli olarak genelliği ve geçerliliği etkin olan kavramlardır. Eski dönemden bu döneme hala geçerliliğini korumuş ve süregelen bu zamanda güncelliğini sürekli olarak gün yüzüne çıkartmıştır. Bizde bu sayede olabildiğince çeşitli değişimlerin hangi yollarla ve neye dayanarak oluştuğunu görmüş, uygulamaya meyilli bir şekilde asıl olan değişimin kendisini, gelişime açık bir şekilde biz toplum olarak kendimize pay etmiş olduk.
DEĞERLER
Değer, bir sosyal grup veya toplumun kendi varlık, birlik, işleyiş ve devamını sağlamak ve sürdürmek için üyelerinin çoğunluğu tarafından doğru ve gerekli oldukları kabul edilen ortak düşünce,amaç, temel ahlaki ya da inançlardır. Değerler toplumsaldır. Bireyin dışındadır ve toplum baskısına sahiptir. Birey, toplumsal değerleri içinde doğduğu toplumda hazır bulur, toplumsallaşma sürecinde değerleri öğrenir, benimser, uygular ve bir sonraki kuşağa aktarır. “Kısacası toplumsallaşma süreciyle bireylere, toplumun temel değerleri, normları, örf ve adetleri öğretilmektedir.” (Güven, 1999: 163, Mehmet Yazıcı akt 2014). Birey, bu değerlerle eğitildiğinde bireyin kararları toplumun değerlerine uygun düşmektedir. Değer ve değerler; hem felsefede hem de başta sosyoloji, psikoloji ve antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilimler literatüründe sıkça tartışılan konulardan biridir. Değerler, üzerinde çok durulan bir konu olmasına rağmen henüz kavramsal olarak yeterince açıklığa kavuşturulmuş değildir (Anar, 1983:8; Dilmaç, 2002). Değerlerle ilgili tartışmalar; değerlerin tanımı, kaynağı, relativ mi yoksa mutlak mı oldukları, önem sırası, kim tarafından ve nasıl korunması gerektiği, birey ve toplum yaşamı için önemi ve nihayetinde bireylere değerlerin öğretilmesi, benimsetilmesi ve içselleştirmeleri amacıyla izlenecek doğru metodun hangisi olduğu vb. konularda devam etmektedir. Sosyal bilimler literatüründe değerlerin farklı yönlerini ön plana çıkaran çeşitli tanımları yer almaktadır. Yaygın tanımlardan birine göre değerler, arzu edilen, kişilerin hayatlarına kılavuzluk eden, önem dereceleri farklı, durum ötesi hedeflerdir (Kluckhohn, 1951; Rokeach, 1973; Schwartz, 1992, Akt. Mehmedoğlu, 2007: 79 ). Değerlerin ahlaki davranış bağlamında yapılan bir tanımda ise değer; bir kimsenin çeşitli insanları, insanlara ait nitelikleri, istek ve niyetleri, davranışları değerlendirirken başvurduğu bir ölçüt olarak vurgulanmaktadır (Güngör, 2010: 28). Değerlerin psikolojik boyutunu ön plana çıkaran tanımlarda da değerler, hayatımızın gayeleri, hatta başkasının da hayatının gayesi olmasını istediğimiz şeyler (Güngör, 2010: 84) ve bireylerin kendileri de dâhil olmak üzere diğer insanları ve olayları nitelendirmek, eylemlerini seçmek ve meşrulaştırmak için kullandıkları ölçütlerdir (Schwartz, 1992: 1).Aslında değerlerin geçmişten günümüze var olduğunu öne çıkarırsak burada anlam ilişkisi olarak örf ve adetlerimizi de gün yüzüne çıkarabiliriz.Nasıl ki toplumumuz sürekli değişim ve gelişim halindeyse, değerlerimizde bunlara zincirin bir halkasıymış gibi bağlıdır.İster psikolojik olarak bireye bağlı kalsın, ister sosyolojik olarak geniş kitlelere ulaşsın burada ki asıl amaç, değerlerimizi bütün bir şekilde geçmişten alıp geleceğe aktarmak olacaktır.Çünkü değerler genelleştirilmiş birer inanç sistemidir.
TOPLUMSAL DEĞERLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ:
•Toplumsal değerler, toplumun bütünü ya da toplumsal grup üyeleri tarafından bilinir, benimsenir ve bunlara toplumun çoğunluğu tarafından uyulur. Örneğin dürüstlük, yurtseverlik birer değerdir.
•Toplumsal değerler, toplumsal yapı ve düzenin korunması ve sürdürülmesinde önemli bir güce sahiptir. Bazı yasalar toplumsal değerlerden güç alır.
•Toplumsal değerler, toplumsal ilişkilerin düzenleyicileri arasında yer alır. Bir davranış ya da ilişkinin,çoğunlukla olumlu olarak kabul edilmesi, yürürlükteki toplumsal değerlerle uyum içinde olmasına bağlıdır.
•Toplumsal değerlerin bir kısmı, birçok toplum ya da ulus tarafından benimsenebilir. Bu nedenle, bazı toplumsal değerler evrensel özellik gösterir. Örneğin, 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile ortaya konulan değerler evrensel niteliktedir.
EĞİTİMİN İNSANI DEĞERLERLE İLİŞKİSİ:
Eğitimin bir kanadı aklın bilgi ve beceri ile donatılması ise, eşit önemdeki diğer kanadı da kalbin erdem ve insani değerlerle işlenmesidir. Zamanımız; insanlığın aktif ve dinamik bir hayatı taşımak ve taşıdığı bu hayat yükünün gereğini de temsil etmek idrakinin insana hükmettiği bir dönemdir. Eğitimin bu eksende rolü; insanın kendini temsil etmek donanımını ve hareketliliğini insana taşımaktır. Bu anlamda günümüz eğitim anlayışını ve yarınların eğitimde gelişim yönünü kurgulamakla birlikte taşıdığımız değerleri daha iyi anlamamızda bize yol göstermektedir. Eğitim aslında geleceğe birer yatırımdır. Üstüne bir şeyler ekleyerek ne kadar gidersen o kadar başarı yakalarsın .Aynı zamanda eğitimle birlikte gelişen yargılar da şu yöndedir;
- Zamanı ve mekânı iyi okuyan,
- Kendini üreten,
- Özünü geliştiren,
- Evrensel yeterliliğe sahip,
- Gelecek zamanların belirleyicisi,
- Yeterlilikleri temsil kabiliyetli insanı donatma genel amaçlı olmalıdır.
- Hareketli ve çok yönlü bu sistemin ürünü olarak;
- Söyledikleri ile aklı,
- Düşündükleri ile kalbi,
- Duydukları ile dili,ayrıştırmayıp, bütünleyebilen kısaca; Ne istediğini bilen,fark eden- fark edilmek istenen, birbirlerini değerli gören bireye ulaşmak olacaktır.
DEĞERLERİMİZ:
Her ulusun olduğu gibi Türklerin de iyisi-kötüsü, güzeli-çirkini ve niçin yaşanacağı ve niçin ölüneceğini gösteren değerleri vardır. Prof. Mahmut Tezcan(1974), Türk değerlerini aile, eğitsel, ekonomik, dinsel, siyasal ve boş zamanlar değerleri olmak üzere 6 kısma ayırır. Ayrıca Tezcan(a.g.e), Türk değerlerini olumlu ve olumsuz olmak üzere de ikiye ayırır. Ona göre Türklerin olumlu değerleri şunlardır: “Kahramanlık, yurtseverlik, mertlik, dindarlık, kanaatkarlık, tutumluluk, toprağa bağlılık, konukseverlik, saygı-hürmet, hayırseverlik, hoşgörülülük, namus-şereflilik, ciddilik ve ağırbaşlılık, alçakgönüllülük ve iç temizlik.” Olumsuz değerler: “Cahillik, hilekarlık, kurnazlık, saldırganlık, şehvete düşkünlük, pislik(çevre bakımından), hurafecilik, bencillik, ihmalcilik, tevekkül sahipliği, dindarlık(tutucu ve bağnazlık), gururluluk (uluslar arası ilişkilerde) tembellik, hainlik, intikamcılık, zalimliktir.” Burada görüldüğü üzere olumsuz yönlerinin çoğunun ahlaki ve dini yönde olduğu kanaatidir. Bunların yanı sıra belli başlı kültürel değerlerimiz de çeşitli anlamda sıralanabilir. Bunlar; Dil, tarih, ahlak, hukuk, dinsel anlayış, sanat, bilim, felsefe, örf, adet, gelenek, yemek yeme şekilleri, düğün şekilleri, cenaze gömme, vs.dir. Sanatla ilgili olarak resim, müzik, heykel, mimari ve halk oyunları, tiyatro vb. şeylerdir. Görüldüğü üzere değerlerimiz kültürel anlamda da geniş bir yelpazeye sahiptir ve korunan günümüze kadar süregelen, devamını sağlayan ve sağlayacak olan temel unsurları içinde barındırır. Türk kültürümüzün değerleri o kadar geniştir ki hepsini bir arada ele almamız hiçte kolay değildir o bakımdan değerlerimizin temelini teşkil eden dört ana başlığı sizlere açıklamak istiyorum.Bunlar; Din, dil, tarih ve ahlak’tır.
1-DİN: Din, toplumu ayakta tutan aile, ahlak, hukuk, ekonomi, eğitim gibi sosyal kurumlardan birisidir. En ilkelinden en gelişmişine kadar bütün toplumlarda din kurumu bulunmaktadır. Dinin toplumda başlıca iki fonksiyonu vardır. Birisi toplumda birlik ve bütünlüğü sağlamak, ikincisi ise toplumsal kontrol görevi yapmaktır. Din toplumumuz için yadsınamaz bir güce sahiptir. İnsanları dizginleştiren, kişinin kendisini sorgulamasını sağlayan, ahlak öğretileri olan ve kişiyi rahata kavuşturacak bir kudreti vardır. Dinin getirdikleri dışında, hiçbir değişmez gerçek yoktur. İnsanlığın bütün değerleri yer ve zamana göre değişmektedir. Bilimde esas olan değişmedir. İnsanoğlu, her şeyin değiştiği şu dünyada değişmez değerlere sahip olmak ister(Güngör,1981).Dinin yerini hiçbir kurum alamaz, onun fert ve topluma verdiği huzur, güven ve mutluluğu hiçbir şey sağlamaz(Doğan,1971). Prof. Baykan Sezer(1981)’e göre din, toplumların kendilerini tanıma ve tanıtma aracı, kişinin ve toplumun kendi üzerinde bilinçlenmesi ve yeryüzünde kendisine bir yer tayin etmesidir. Sonuç olarak din toplumumuzun temel yapı taşıdır, insani olaylara vurgumuz ve aklı selim olmamız için bir yoldur.
2-DİL: Soyut kültür unsurları içinde en başta geleni dil olup diğer kültür unsurlarını da içine almaktadır. Çünkü değerlerin hepsi dille ifade edilir ve eğitim yoluyla gelecek nesillere ve bütün insanlığa aktarılır. Dil, insan bilgi ve deneyimlerini ölümsüzleştirir. Örneğin Göktürk Yazıtları, Kutadgu Bilig, Dede Korkut Hikayeleri, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’nin eserleri, Atatürk’ün Nutku ve Demeçleri vb. eserler, dil ile bugünlere gelmiş ve yine onunla bizden sonraki kuşaklara ulaşacaktır. Türk kültürünün temel taşları sayılan bu yapıtlar, Türk ulusunun sonsuza kadar yaşamasını sağlayacaklardır. Dilimizin benimsenmesi açısından da önemli ölçüde bir vurgulama yapılır. Dil insana özgürce kendini ifade edebilme yetisi verir, kendini açıklama ve kişiye iletişim gücü verir. Bugünkü dilimiz, bin yıllık geçmişimizin belki de en güvenilir belleği, bilgeliğidir. Türkler çağdaş kimliklerini, kültürel varlıklarını taşıyan dillerinde bulacaklardır(Güvenç, 1994). Bir ulusun dili varsa o ulus yaşıyor demektir. Dilini kaybeden veya dilini bilim ve kültür yaşamından çıkaran toplumlar, eninde sonunda asimilasyona uğrayıp yok olmaya mahkumdurlar.
3-TARİH BİLİNCİ: Tarih, toplumların hafızasıdır. Geçmişini bilmeyen ve onun üzerinde bilinçli bir şekilde kafa yormayan uluslar, geleceklerini de tayin edemezler. Gelişmek ve güçlü olmak isteyen her ulus, geçmişinden ilham almak zorundadır. Türk milleti olarak biz kimiz, nereden geldik? diye sorduğumuzda bunun cevabını verebilmek için geçmişe gitmemiz gerekmektedir. İşte burada tarih devreye girmektedir. Gerçi 21. yüzyılda Türkiye’de “Bizim miladımız cumhuriyettir” diyen Milli Eğitim Bakanları çıkabilmektedir. Tarih bilincinin olmadığını gösteren bu düşünce doğru olsaydı, Türk ordusunun tarihi, Mete Han’a dayandırılmaz ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran büyük Atatürk, bu Cumhuriyette ilk iş olarak Türk’ün dilini ve tarihini araştıracak Türk Dil ve Tarih Kurumlarını kurmaz ve ilk açtığı fakülteye de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi adını vermez, tarihimizin cumhuriyetle başladığını ilan ederdi.
4-TÜRK AHLAKI: Türk milletinin İslamiyet’i kabulüyle birlikte, sağlam ve sarsılmaz bir ahlak yapısı doğmuştur. Türk ahlakının özgünlüğü ile İslam ahlakının güzelliğinin birleştiği noktada, mükemmel bir varlık ortaya çıkmıştır. Öyle ki milletin temelini güzel ahlak oluşturur diyen bir Türklük anlayışı ile “Din nedir?” sorusuna “Din güzel ahlaktır.” cevabını veren bir peygamberi olan İslam inancının birbirlerine ne derecede yakın oldukları şüphesiz ki buradan da anlaşılmaktadır. Türk ahlakı özelden genele birbirini ilgilendiren zincirin birer halkası gibi uzayıp gider. Çünkü Türk tarihi, baştan başa, ahlaki faziletlerin sergisidir.
Yukarıda belirtilen bilgiler değerlerimizin hangi ölçüde olduğunu, nasıl meydana geldiğini ve toplumumuz için nasıl bir öneme sahip olduğunu açıklamamıza yardımcı olmuştur. Toplumumuzun değerlerini ne kadar iyi bilirsek omu olumlu ve verimli anlamda değiştirip güç sahibi yaparız ve ileriye dönük nesillerce uzanan bir amacımız olur. Atatürk der ki: “ Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı ve yüce bir toplum halinde yaşatır ya da onu köleliğe ve yoksulluğa sürükler.” Türkiye’deki sorunlarımızın çoğunu eğitimle çözülebiliriz. Görüldüğü üzere Ulu Önder’imizin de dediği gibi ulusun nasıl ki gelişmesi için diğer değerlere ihtiyacı varsa eğitime de ihtiyacı vardır. Çünkü eğitim toplumumuzu cehaletten kurtarır, gelişimimizi sağlar, ayakta tutar ve görünmeyenin ardındaki perdeyi çıkartıp onunla ilgili bilgi sahibi olmamızı sağlar. Bu sebepledir ki eğitim geleceğin bir anahtarıdır.
DEĞER VE DEĞİŞİM ARASINDAKİ BAĞLANTI
Değerler konusu kuramsal yönden olduğu kadar da hızlı değişen dünya içinde yerini arayan toplumumuzu yakından ilgilendirdiği için temel bir öneme sahiptir. Değişimin etkisiyle insan çevresi ilişkisi her nesille birlikte farklılaşır. Toplumumuzdaki davranışlar, hitap şekilleri, milli paramız, yazı şekillerimiz dahi değişime tabii tutulmaktadır. Milli değerlerimiz içerisinde yer alan İstiklal Marşımız, Bayrağımız, sevgi, saygı, hoşgörü ve daha birçok manevi değeri yüksek değerlerimizin her koşulda günümüze gelerek değerlerimizin ana hatlarımızı oluşturmuşlardır. Kendi toplumumuzun değerleri bir yaptırım sağlamakla birlikte günümüze kadar gelmiş, bu unsurları içinde barındırmıştır.
Bu çalışma gerek klasik sosyologların açıklamaları olsun, gerek toplumumuzla ilgili değer değişim ilişkisini sosyolojik olarak açıklamak olsun çok fonksiyonlu bir nitelik taşımaktadır. Aslında kendi toplumumuz açısından bakacak olursak geçmişten günümüze asırlardır bir değişim içerisinde olduğumuz kanısına varırız. Çünkü değişen ve gelişen toplumumuz değerlerini bir yapı taşı olarak benimseyerek bununla birlikte yaşamış ve hala da yaşamaktadır. Bazen yolda yürüdüğümüzde karşımıza çıkan bir şeyde, bazen evimizin bir köşesinde ve bazen de kendi içimizde değerlerimizden bir parça görürüz. Aynı zamanda ayak uydurmamız gerektiğini de biliriz bu asırlardır böyledir. Toplumda bulunan yapının birer parçasıyızdır. Ve bu parçayı birbirimize birliktelik sağlayarak ileriye taşırız. Mevcut düzeyde değerlerimizi koruyup, onunla yaşayıp değişimimize de gelişim sağlayarak belirli bir noktaya taşıyabiliriz. Çünkü yaşadığımız yer, bulunduğumuz toplum ve medeniyetimiz daima gelişime yönelik amaçlar edinip bu yolda ilerlemişlerdir.
KAYNAKÇA:
www.sosyolojisi.com
Güvenç, Bozkurt. Türk Kimliği, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1994
Doğan, Lütfi. “Din, İçtimai Hayat ve Huzur İçin Zaruridir”, Diyanet Dergisi, 10(104-105),1- 2.71,4
Güngör, Erol. “Türk Milli Karakterinin Kaynakları”, Töre Dergisi, 6(42),11.74,16 — İslam’ın Bugünkü Meseleleri, İstanbul, Ötüken Yayını, 1981.
Bkz., Enis Öksüz, “Sosyal Değişme”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, İstanbul 1975; Arslantürk-Amman, age, s. 371-376
Joseph Fichter, Sosyoloji Nedir?, çev. Nilgün Çelebi. Ankara 1996, s. 170.
Baykan Sezer, Sosyolojinin Ana Başlıkları, İstanbul 1985, s. 40.
Bkz., Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, çev. Şirin Tekeli, İstanbul 1998. s. 17 vd.
Nurettin Şazi Kösemihal, Sosyoloji Tarihi, İstanbul 1989, s. 176 vd.
Moore . “Social Change”. age, s. 2-3.
Lunderberg, G.A ; Schrang, C.C; Larsen, Sosyoloji Çev. Ö.Ozankaya, Ü.Gürkan, 2.cilt Ankara,1970,s:289.
Güvenç, B.; Sosyal ve Kültürel Değişme, HÜ. Yay, Ankara, 1976, s.2
Tezcan, Mahmut. Türklerle İlgili Stereotipler ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme, Ankara, A.Ü.Eğitim Fakültesi Yayını, 1974.
Özkalp, E., Sosyolojiye Giriş, Eskişehir 1993.
Tezcan,1993 s.165 Adnan Altun vd. akt 2017)
http://www.egitimhane.com
YAZICI, M (2014) Değerler ve toplumsal yapıda sosyal değerlerin yeri, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 24 (sayı 1), s. 212
BOZKURT, V Değişen Dünyada Sosyoloji. Bursa, Osmangazi, 2015
http://w3.gazi.edu.tr/~iarslan/turkdegerleriuzerine.pdf
http://blog.milliyet.com.tr/turk-temel-degerleri
DOĞAN, D (2011) Sosyalleşme, Sosyal Değişme ve Siyasal Sosyalleşme. Sosyoloji Konferansları, Cilt 0, Sayı 32, s.4
ÖZKALP, E (2011) Sosyolojiye Giriş, Ekin Yayınları, Bursa
Anar, Suat (1983), “Değerlerin Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”, Çağdaş Eğitim Dergisi, Sayı 82, s. (8- 44),
Schwartz Değer Kuramı, Türk Psikoloji Dergisi, Yıl 15 (45), 59 – 76
Dilmaç, Bülent (2002), İnsanca Değerler Eğitimi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara